Başkan Donald Trump’ın Paris İklim Anlaşması‘ndan Amerika Birleşik Devletleri’ni çekme kararı dünya çapında oldukça tartışma yarattı.
Kimi bunu küresel iklim eylemi için bir geri adım olarak görürken, diğerleri bunu ABD’nin ekonomik ve politika öncelikleri açısından bir zafer olarak değerlendiriyor. Ayrıca ABD’de nükleer enerjiye yönelik yenilenen bir ilgi de var.
İki tarafın da yakından incelenmesine bir göz atalım.
Küresel Bakış: İklim İşbirliği İçin Geri Adım
Paris İklim Anlaşması, ülkeleri iklim değişikliğiyle birlikte mücadele etmeye birleştirdi. Temel hedefi küresel ısınmayı 2°C’nin altında tutmak, hedef olarak 1.5°C’dir.
Dünyanın en büyük sera gazı salıcıları şunlardır:
- Kanada: Yaklaşık 736 milyon ton salımla, küresel toplamın %1.9’unu oluşturmaktadır.
- Çin: Yaklaşık 11.535 milyon ton CO₂ salımıyla lider olup, küresel toplamın %30.34’ünü oluşturuyor.
- Amerika Birleşik Devletleri: Yaklaşık 5.107 milyon ton salımla küresel salımların %13.43’ünü oluşturur.
- Hindistan: Yaklaşık 3.394 milyon tonla, küresel payın %8.7’sini oluşturuyor.
- Avrupa Birliği (EU27): Topluca 3.383 milyon tondan sorumlu olup, bu küresel salımların %8.69’u anlamına gelir.
- Rusya: Yaklaşık 2.476 milyon ton üreterek, küresel salımların %6.83’ünü oluşturuyor.
- Japonya: Yaklaşık 1.166 milyon ton salımda bulunarak, küresel toplamın %3.03’ünü oluşturur.
- Brezilya: Yaklaşık 1.057 milyon ton katkıda bulunarak, küresel salımların %2.8’ini oluşturuyor.
- Endonezya: Yaklaşık 1.002 milyon tonla, küresel salımların %2.6’sından sorumludur.
- İran: Yaklaşık 893 milyon ton üreterek, küresel salımların %2.4’ünü oluşturur.
ABD’nin ayrılmasıyla – dünyanın en büyük kirleticilerinden biri – bu küresel çaba zayıflıyor. Çin ve AB gibi diğer ülkeler kararlı kalmaya devam ediyor, ancak ABD’nin çekilmesi anlaşmanın hedeflerine ulaşmayı zorlaştırıyor. ABD olmadan, küresel işbirliği hızını kaybediyor ve ilerleme yavaşlıyor. Birçok kişinin inandığına göre, bu hareket diğer ulusları da kendi paylarına düşeni yapmaları konusunda cesaretlendirmeyi zorlaştıran yanlış bir mesaj gönderiyor.
Aynı zamanda, dünya hala büyük ölçüde fosil yakıtlara bağımlı ve nükleer enerji‘ye – yanlış sebeplerle – birçok iklim aktivisti lobi grubu tarafından sürdürülemez damgası vurulmuştur. Fosil yakıtlar küresel enerjinin %80’ini oluşturuyor.
ABD Görüşü: İşleri ve Egemenliği Korumak
Amerikan bakış açısıyla, Paris İklim Anlaşmasından ayrılmak ekonomiyi koruyor. Donald Trump, anlaşmanın haksız yere ABD’yi hedef aldığını, iş kayıplarına ve enerji fiyatlarının artmasına neden olduğunu savundu. Onun yönetimine göre kömür, petrol ve gaz gibi endüstriler en büyük kayıpları yaşayacaktı.
Uluslararası kuralları takip etmek yerine, ABD kendi enerji ihtiyaçlarına odaklandı. Hükümet daha fazla petrol ve gaz üretimi sağladı, sondaj üzerindeki sınırları azalttı ve sıvılaştırılmış doğal gaz ihracatını genişletti. Destekçileri, bu adımların enerji bağımsızlığını artırdığını ve enerji maliyetlerini düşük tuttuğunu söylüyor.
Karar aynı zamanda egemenlik için bir itici güç olarak görülüyordu. Donald Trump, uluslararası anlaşmaların Amerikan politikalarını dikte etmemesi gerektiğine inanıyordu. Ayrılarak, ABD kendi çevre düzenlemeleri üzerinde kontrolü elinde tuttu ve yabancı kurallar tarafından kısıtlanmaktan kaçındı.
ABD’de Yeniden Canlanan Nükleer Enerji Kullanımı
ABD Paris iklim anlaşmasından çekilmiş olsa da, Birleşik Devletler hem hükümet girişimleri hem de özel sektör katılımıyla nükleer enerjiye aktif olarak yatırım yapıyor. Örneğin, Biden-Harris Yönetimi, yeni nesil nükleer reaktörler ortaya çıkarmak için 900 milyon dolarlık bir yatırım açıkladı. Ve, Başkan Donald Trump ikinci döneminde nükleer enerjiye destek vereceğini sinyal etti.
Ayrıca, ABD Enerji Bakanlığı ülkenin temiz enerji altyapısına milyarlarca yatırım yapıyor ve nükleer enerji önemli bir bileşen. Ayrıca, büyük ABD teknoloji firmaları, artan enerji ihtiyaçlarını ve salım azaltma hedeflerini karşılamak için gelişmiş nükleer reaktör teknolojilerine yatırım yapıyor.
Amazon Web Services ve Google gibi şirketler, gelişmiş nükleer reaktör geliştiricileriyle ortaklıklar ve yatırımlar açıkladılar. Bill Gates’in nükleer enerji girişimi TerraPower ise çeşitli veri merkezlerini güçlendirmek için gelişmiş nükleer reaktörler kullanmayı keşfetmek amacıyla Sabey Data Centers ile ortaklık kurdu.
Ağustos 2024‘te Trump, yeni enerji santralleri inşa ederek ve küçük modüler nükleer reaktörleri teşvik ederek elektrik maliyetlerini düşürme planlarını duyurdu. Önceki enerji politikalarını eleştirdi ve enerji üretimini artırmak için ulusal acil durum ilan etme sözü verdi. Strateji, enerji maliyetlerini azaltarak üreticileri çekmeyi, ağı modernize etmeyi, onayları hızlandırmayı ve birçok elektrik santrali inşa etmeyi amaçlıyor. Plan, modüler reaktörlere yapılan yatırımlarla ve güncellenen düzenlemeler yoluyla nükleer enerjiyi desteklemeyi içeriyor. Savunucuları, modüler reaktörlerin daha hızlı, maliyet açısından etkili ve çevre dostu enerji alternatifleri sunabileceğine inanıyor.
Daha Büyük Resim
Bu karar, küresel sorumluluklar ile ulusal öncelikler arasında açıkça bir çatışma olduğunu gösteriyor. Dünya için, ABD’yi kaybetmek iklim eylemine bir darbedir. Ancak ABD için bu, işlere, enerjiye ve politika özgürlüğüne öncelik vermek anlamına geliyor.
Şimdi, Paris Anlaşması’nı ayakta tutmak için diğer ülkelerin çaba göstermesi gerekecek. Bu arada, ABD temiz enerji inovasyonu konusunda geri kalma ve küresel iklim müzakerelerinde etkisini kaybetme riskiyle karşı karşıya.
Bu arada, Çin çeşitli girişimlerle iklim değişikliğiyle mücadele etmek için aktif bir şekilde çalışıyor. Ülke, yenilenebilir enerjiye önemli yatırımlar yaparak, güneş ve rüzgar enerjisi kurulumunda dünyaya öncülük ediyor. Aslında, Çin 1.200 gigawatt rüzgar ve güneş kapasitesine 2024 yılının Temmuz ayı sonunda, planlanandan altı yıl önce, ulaşmış durumda ve toplamda 1.206 GW’a ulaştı.
Ayrıca, 2030’dan önce karbon emisyonlarını zirve yaptırmayı ve 2060’tan önce karbon nötrlüğünü sağlama taahhüdünde bulundu. Ülke, 2030 yılına kadar yüzde 25 fosil olmayan enerji payı hedefine ulaşma yolunda ve projeksiyonlar bu oranın yüzde 30’u geçebileceğini öne sürüyor. Ancak yenilenebilir enerjinin hızlı bir şekilde genişlemesine rağmen, kömür hala Çin’in elektriğinin yaklaşık yüzde 60’ını sağlıyor, çünkü ekonomik ve enerji güvenliği ihtiyaçları var. Kömürü aşamalı olarak devre dışı bırakırken artan elektrik talebini karşılamak büyük bir engel.
Kısacası, yapılacak daha çok iş var.